30 Mayıs 2012 Çarşamba

Temize çıkmak


وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰی مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَدًا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّٖى مَنْ يَشَاءُ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ 


"Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç biri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir."

(NÛR suresi 21. ayet) (Resmi: 24/İniş:102/Alfabetik:84) 


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Allahı zikirde gevşemeyin


اذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي
)Taha 42. Ayet(
"İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî"
Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın
izheb: gidin
ente: sen
ve ehû-ke: ve (erkek) kardeşin
bi âyâtî: âyetlerimle, mucizelerimle
ve lâ teniyâ: ve gevşek davranmayın, ihmal etmeyin
fî zikrî: beni zikretmekte, benim zikrimde






8 Mayıs 2012 Salı

Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez


 وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ

İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez.(Ankebut 29:43)

Bu meseller, biz onları insanlar için getiriyoruz. Kâfirler demişlerdi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah nasıl olur da böyle örümcek, sinek gibi böcekler ve haşereler ile misal getirir? Bununla Allah ne demek istiyor: "Allah böyle misal vermekle ne murad eder?" (Bakara, 2/26) Bu soruya karşı Bakara Sûresi'nde "Şüphesiz Allah, sivrisinek ve ondan daha büyüğü ile (hakkı açıklamak için) misal getirmekten çekinmez." (Bakara, 2/26) buyurulduğu gibi, burada da böyle cevap veriliyor. Yani bu mesellerin ne için getirildiğini soranlar bilsinler ki, biz onları insanlar için getiriyoruz, hayvan değil de, insan iseler anlarlar. Gerçi onları, onların hakikatini ancak âlimler idrak edebilir. Yani Allah'ın gayrısının fani ve aciz ve bu sebepten O'ndan gayrısına ibadetin batıl olduğuna ilim sahibi olanlardır ki, bu meselin bütün incelikleri ve detayları ile zevkini ve faydalarını idrak ederler. 

ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR

3 Eylül 2010 Cuma

İBRÂHİM suresi 22. ayet

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِىَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِىَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لٖى فَلَا تَلُومُونٖى وَلُومُوا اَنْفُسَكُمْ مَا اَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِىَّ اِنّٖى كَفَرْتُ بِمَا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُ اِنَّ الظَّالِمٖينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ

"Ve her şey olup bittikten, hüküm yerine geldikten sonra Şeytan: "Gerçek şu ki, Allah size gerçekleşmesi kaçınılmaz bir söz vermişti! Bense (her fırsatta) size birtakım sözler verdim ama sizi hep yüzüstü bıraktım. Yine de benim sizin üzerinizde gerçekte bir nüfuzum yoktu: Sizi sadece çağırıyordum; siz de (bu çağrıya) icabet ediyordunuz. Bunun içindir ki, beni suçlamayın, yalnızca kendinizi suçlayın. Ne ben sizin imdadınıza yetişecek durumdayım; ne de siz benim imdadıma yetişebilecek kimselersiniz; çünkü, bakın ben, sizin vaktiyle beni (Allah'a) ortak koşmanızda bir doğruluk payı olduğunu her zaman reddetmişimdir". Doğrusu, tüm zalimleri çok can yakıcı bir azap beklemektedir. "

(İBRÂHİM suresi 22. ayet) (Resmi: 14/İniş:72/Alfabetik:40)

15 Temmuz 2010 Perşembe

TÂHÂ suresi 20 / 114. ayet


فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰى اِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُلْ رَبِّ زِدْنٖى عِلْمًا

(TÂHÂ suresi 20 / 114. ayet) (Resmi:20/İniş:45/Alfabetik:96)

Demek ki Allah, O hak hükümdar, yüceler yücesidir !.. Sana vahyi tamamlanmadan önce Kur'an'ı okumakta acele etme ve: «Rabbim, benim ilmimi artır!» de


114. (Artık şüphe yok ki, gerçek hükümdar olan) hâkimiyeti ezelî ve ebedî olup bütün kâinatı kapsamış bulunan (Allah Teâlâ pek yücedir) zatında ve sıfatında mahlukata benzemekten yücedir, hiçbir şeyden âciz olmayıp her şeye tam olarak kadirdir. (Ve) Ey Yüce Resulüm!, (sana vahyedilmesi tamam olmadan) Cibril-i Emin tarafından

getirilip tebliğ edilen herhangi bir âyet-i kerimenin tebliği son bulmadan (evvel Kur'an'ı okumakta acele etme) vahyin sona ermesini bekle, daha tamam olmadan onu okumaya veya başkalarına tebliğ etmeğe başlama. Hepsi de hafızanı olduğu gibi tenvir ve tezyin edecektir, (ve) Habibim!, (de ki: Yarabbü. Benim için ilmi artır) malûmatımı ziyade kıl, Kur'an'ı Kerim'in tamamen inmesiyle kalbimi ilm ve irfan nuru ile doldur.

§ Bu âyeti kerime de insanlığa büyük bir hikmet dersi vermektedir. Şöyle ki Her insan kendisine tebliğ edilen bir hakikati, verilen bir nasihati tam bir ciddiyet ve samimiyetle dinlemelidir ve hiçbir kimse ilmine güvenip bilgisini arttırmaya çalışmadan geri durmamalıdır, İlâhî vahye mazhar olan bir Yüce Peygamber böyle ilminin artmasını niyaz etmekle mükellef olursa artık ümmetin fertlerinden hangi bir kimse, kendi ilmine büyük bir kıymet verebilir de kendisini İlim tahsilinden bilgisinin artmasını temenni etmekten müstağni görebilir mi?. Ibni Mesut Hazretleri bu âyet-i kerimeyi okudukça: "Yarabbi benim ilmimi ve yakinimi arttır" diye dua edermiş.

"Daim oku, yaz; kadrini bil cevher-i ilmin"

"Tahsil-I hüner, hamel insana çelenktir"

Ömer Nasuhi Bilmen - Kur'anı Kerim Tefsiri / Taha Suresi Ayet 114

12 Temmuz 2010 Pazartesi

YÛNUS suresi 10 / 62. Ayet


اَلَا اِنَّ اَوْلِيَاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

(YÛNUS suresi 62. ayet) (Resmi:10/ İniş: 51/Alfabetik:109)

“Uyan! ki Allahın evliyası ne üzerlerine korku vardır ne de onlar mahzun olurlar “

62- İyi bil ki, hakikaten, Allah'ın velileri, o Allah dostları üzerlerine korku yoktur, üstelik onlar mahzun da olmazlar. Allah korkusu her korkuyu silmiş olduğu için başka korku kalmamıştır, müjdeler vardır. İlerisi daha güzel olduğu için de geçmişle ilgili hüzün yoktur. Evliyaullah ünvanı, Allah'a dost olanlar, Allah için dost olanlar, Allah için birbirlerine destek olanlar gibi mânâlara gelebilir. Velayet, muhabbet, dostluk, yardım ve vekaleten onun işine bakmak gibi anlamlar ifade eder. Bu ünvana kimlerin layık oldukları hakkında tefsir âlimlerinin naklettikleri bazı rivayetler vardır. Senedleri Taberi'de yer almış olduğu üzere Saîd b. Cübeyr'den rivayet olunmuştur ki, Resulullah'a, evliyaullahın kimler olduğu sorulmuş, o da şöyle

buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah zikrolunur yad olunur". Başka bir rivayette ise "Görülüvermelerinden dolayı Allah hatırlanır". Yakınlarında bulunmak, halleri, duruş ve davranışları derhal Allah'ı hatırlatır. Ki, Abdullah b. Abbas "semt ve hey'et"leri yerine "ihbat ve sekinet", yani, duruşları ve yürüyüşleri şeklinde tefsir etmiştir. Bunların dünya malına kazanç yollarına sevgi ve düşkünlükleri yoktur. Ancak Allah için, Allah'da sevmek ile birbirlerine sevgi ve dostluk gösterirler. "Allah uğrunda birbirini seven kimseler" oldukları da rivayet olunmuştur

. Nitekim Ömer b. Hattap (r.a.)'tan rivayet olunmuştur ki, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kullarından bir takım insanlar vardır ki, enbiya değiller, şehidler de değiller, amma kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebiler ve şehidler imrenerek bakacaklardır". "Bunlar kimler? Ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim, ya Resulallah!" dediler. Resulullah: "Bunlar bir kavimdir ki, aralarında ne akrabalık, ne de ticaret ve iş ilişkisi olmaksızın, Allah ruhu ile Allah'da sevişirler. Vallahi yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler." buyurdu, hemen bu âyeti okudu:

Ebu Hüreyre'den ve Ebu Malik Eş'ari'den de ayni meâlde rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin her biri bir başka özellikte tarif demek olduğundan, hepsinin toplam olarak anlamını içine alan geniş bir tarif ortaya konmuştur: "Allah'a ibadet ve taatle sevgi gösterisinde bulunur, Allah da kendilerine keramet insan ederek dostluğunu gösterir".

Elmalılı Hamdi Yazır / Hak Dini Kur'an Dili / Tekvir Suresi Tefsiri

9 Temmuz 2010 Cuma

İSRÂ suresi 17 / 44. ayet


تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَیْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ وَلٰـكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْبٖيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلٖيمًا غَفُورًا

(İSRÂ suresi 44. ayet) (Resmi:17/İniş:50/Alfabetik:46)

O'nu, yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan akıllılar tesbih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki, O'nu överek tesbih etmesin, ancak siz onların tesbihlerini iyi anlamazsınız. O, gerçekten halim ve çok bağışlayandır.


"Yedi gökle yer ve bunların içinde bulunanlar, onu tesbih eder. Hiçbir şey hariç olmamak üzere, hepsi O'nu hamd ile tesbih eder. Fakat siz, onların tesbihini iyi anlamazsınız. O, hakikaten halîmdir, gerçekten bağışlayandır" (İsrâ, 44).

Her Şey Allah'ı Tesbih Eder

Daha sonra Cenâb-ı Allah, "Yedigökle yer ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tesbih eder" buyurmuştur. Bu ifade ile ilgi. iki mesele vardır:

Birinci Mesele

Bil ki canlı mükellef, Allah'ı şu iki şekilde tesbih eder:

1) Sözlü olarak. Bu, mükellefin diliyle mesela "sübhânallah" demesi gibidir.

2) Mükellefin çeşitli hallerinin, Allah'ın birliğine, münezzeh olduğuna ve izzetine delalet etmesi ile. Fakat, hayvanlar gibi mükellef olmayan canlılar ile cemâdâ (taş-toprak) gibi cansız varlıklar, Allah'ı ancak ikinci şekilde tesbih ederler. Çünkü birinci şekilde tesbih, ancak anlamak, bilmek ve konuşmakla mümkündür. Bunlar ise, cansızlar için düşünülemez. Binâenaleyh geriye, onların tesbihi ancak ikinci şekilde yapabilmeleri ihtimali kalır.

Bil ki, cansız varlıkların da bilen ve konuşan varlıklar olabileceklerini söylersek Allah Teâlâ'nın âlim ve kadir oluşundan hareketle, O'nun hayat sahibi olduğuna istidlal edemeyiz. Bu durumda da, Cenâb-ı Hakk'ın hayy (diri) olduğunu bilip-anlama kapımız kapanmış olur. Halbuki bu bir küfürdür. Çünkü o zaman şöyle denilir: Cansız varlıkların, canlı olmadıkları halde, Allah'ın zât ve sıfatlarını bildikleri ve O'nu tesbih ettikleri mümkün görülecek olsa, bu durumda birşeyin âlim, kadir ve mütekellim (konuşan) olmasından, onun diri olması gerektiği söylenemez. Böylece de âlim ve kadir olmasından hareketle, Allah'ın hayy (diri) olduğu söylenemez. Halbuki Allah'ın hayy (diri) olmadığını söylemek, cahillik ve küfürdür. Çünkü hayy (diri) olmayanın, âlim, kadir ve mütekellim olmayacağı kesin ve açık olarak bilinen bir husustur. İşte muhakkik âlimlerin, bu hususta tatbik ettiği görüş budur. Bazı kimseler, cansız varlıkların, her çeşit bitki ve hayvanın Allah'ı tesbih ettiğini söylemiş ve görüşlerinin doğruluğuna şu şekilde istidlal etmişlerdir: "Bu ayet, onların da Allah'ı tesbih ettiklerini göstermektedir. Burada bahsedilen "tesbih"i, Allah'ın kudretinin ve hikmetinin mükemmel olduğunu gösteren deliller manasına almak mümkün değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Fakat siz, onların tesbihini iyi anlayamazsınız" buyurmuştur. Binâenaleyh bu, bütün bu varlıkların tesbihinin, biz insanlar tarafından anlaşılmadığını göstermektedir. Halbuki bunların, Allah'ın kudret ve hikmetine delalet ettikleri malumdur. Malum olan, malum olmayandan başkadır. Böylece bu, onların Allah'ı tesbih ettiklerine, ama onların tesbihlerinin bizlerce anlaşılamayacağına delâlet eder. Dolayısıyla bu ayette bahsedilen tesbihin, o varlıkların Allah'ın kudret ve hikmetine delâlet etmesinden başka birşey olması gerekir."

Buna birkaç açıdan cevap verilir:

1) Sen tek bir elma aldığında, o elma sayısız atomlardan (cüzlerden) meydana gelmiştir. O atomların herbiri, Allah'ın varlığına başlıbaşına bir delildir. Onların her birinin, karakter, tad, renk, koku ve bir yer tutma gibi, kendilerine ait hususî sıfatlan vardır. Bu atomlardan herbirine, o belli sıfatlarının verilmesi, "mümkin" işlerdendir. Dolayısıyla bu verme, kadir ve hakîm bir İlâh'ın vermesi ile olmuştur. Bunu iyice kavradığında, o elmanın atomlarının herbirinin, Allah'ın varlığına tam bir delil ve tek bir atomda bulunan o sıfatların da yine Allah'ın varlığına tam bir delil olduğu ortaya çıkmış olur. Ama buna rağmen ne o atomların sayısı, ne de onlardaki sıfatların umumu bizce malum değildir. İşte bundan ötürü Cenâb-ı Hak, 'Takatsiz, onların tesbihi iyi anlamazsınız" buyurmuştur.

2) Kâfirler her nekadar dilleri ile, âlemin bir ilahı olduğunu söylüyorlarsa da, onun buna delalet eden çeşitli deliller üzerinde tefekkür etmiyorlar. İşte bundan ötürü Allah Teâlâ "Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ama, (insanlar) bunlardan yüz çevirici olarak, üstüne basar geçerler" buyurmuştur. Binâenaleyh, "Fakat onların tesbihini iyi anlayamazsınız" ayeti ile de, bu mana murad edilmiştir.

3) Müşrikler her nekadar dilleri ile âlemin bir ilahı olduğunu kabul ediyorlarsa O'nun mükemmel bir kudrete sahip olduğunu bilemezler. İşte bundan ötürü onlar,Allah Teâlâ'nın insanları yeniden diriltip toplamaya kadir olmasını akıldan uzak işlerdir. Binâenaleyh bu ayetle, bu mana murad edilmiştir. Hem sonra Cenâb-ı Hz. Peygamber (s.a.s)'e "Allah ile beraber, söyleyegeldiğiniz gibi tanrılar olsaydı, onlar Arş'ın sahibine elbet bir yol ararlardı" demesini emretmiştir. Demek , bu delili bilmiyorlar. Dolayısıyla Allah Teâlâ bu delili zikredince, "Yedi gök ve yer ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tesbih eder"buyurdu. O halde, göklerin, yerin ve onların içinde bulunanların tesbihi, bu delilin doğru ve kuvvetli olduğuna delalet ederler. Ama sizler, bu delili iyice anlayamaz ve bilemezsiniz. Hatta biz diyoruz ki: Müşrikler tevhid, adalet, nübüvvet ve ahiretin delillerinin çoğundan habersizdirler. Binâenaleyh ayetteki, "Fakat siz, onların tesbihini iyi anlayamazsınız'' ifadesi ile bu mana murad edilmiştir. Durumun böyle olduğuna ayetteki, "O. hakikaten halimdir, gerçekten bağışlayıcıdır" cümlesi de delalet etmektedir. O sebeple diyoruz ki: Bu ayette halîm ve gafur sıfatlarının getirilmesi, o kâfirlerin bu tesbihi anlayamamalarının onlardan sâdır olan büyük bir suç olduğunu gösterir Bunun bir suç olması ancak buradaki tesbih İle kastedilenin, "onların Allah'ın kudret ve hikmetinin mükemmel olduğuna delâlet etmesi, sonra da onların gaflet ve cahilliklerinden ötürü o delillerin buna nasıl delalet ettiğini bilememeleri" manası kastedildiği zaman söz konusu olur. Fakat bu tesbihi, o cansız varlıkların, sözlü olarak dilleriyle Allah'ı tesbih etmeleri manasına alırsak, bu tesbihatı insanın anlayamaması bir suç ve günah olmaz. Bu bir suç ve günah olmayınca da, "O (Allah) hakikaten halîmdir, gerçekten bağışlayıcıdır" cümlesinin bu ayetin sonunda getirilmesi uygun düşmezdi. Binâenaleyh bu, tercih ettiğimiz görüşü destekleme hususunda güçlü bir izahtır. Bil ki cansız varlıkların ve hayvanların Allah'ı bizzat sözleri ve dilleri ile tesbih ettiklerini ileri sürenler, her canlıya bir başka çeşit tesbih (zikir) nisbet ederek "Hayvanlar, kesilince tesbih etmezler" diyorlar. Aynı zamanda da cansızlar Allah tesbih ederler" diyorlar. Binâenaleyh onun cansız olması, tesbih edici olmasına mani olmadığına göre, hayvanın kesilmesi teşbih etmesine nasıl manî oluyor? Hem yine onlar, "Bir ağacın dalı kırılırsa, artık tesbih etmez" diyorlar. Cansızların cansız oIuşu tesbih etmelerine manî olmadığına göre, o dalı kırıp (cansız hale getirmek) buna nasıl manî olur? Binâenaleyh bu görüşlerin tutarsız ve zayıf oldukları anlaşılmış olur. Allah en iyi bilendir.

İkinci Mesele

Ayetteki, "Yedi gökle, yer ve bunların içinde bulunanlar onu tesbih ederler" cümlesi, bu tesbihin göklere, yere ve orada bulunan mükelleflere âit olduğunu açıkça göstermektedir. Halbuki biz, cansızlara izafe edilen tesbihin, ancak Allah'ın münezzeh olduğuna delâlet eden şeyler manasında olduğunu söylemiştik. Tesbihi, bu manaya almak mecazdır. Fakat mükelleflerden sâdır olan ve onların bizzat dilleriyle "sübhanellah" demeleri manası ise tesbihin hakiki manasıdır. Binâenaleyh bu durumda bir "tesbih" lafzının, aynı anda hem hakiki hem de mecazi manada kullanılmış olması gerekir ki bu, fıkıh usulünün delillerine göre batıldır, caiz değildir Dolayısıyla bu tesbihi, böyle bir mahzur meydana gelmemesi için, insanlar hakkında değil de, yerde ve gökte bulunan cansızlar hakkında mecazi manaya hamletmek daha evladır. Allah en iyi bilendir.


Mefâtihu'I-Gayb Tefsîru'I-Kebir / Fahreddin Razi